baslik

Dayatılana teslim olarak devrimci siyaset yapılamaz

Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesindeki görüşmemizde 'Asıl hesabı toplumsal muhalefet kesecek diyen gazetemiz yazarı Oğuzhan Müftüoğlu ile seçim sonuçları üzerine konuştuk

UĞUR KOÇ - ugurkoc@birgun.net - @Ugurkoc_

Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesindeki görüşmemizde ‘Asıl hesabı toplumsal muhalefet kesecek diyen gazetemiz yazarı Oğuzhan Müftüoğlu ile seçim sonuçları üzerine konuştuk. Seçimin kendisi kadar sonuçlarının da meşru olmadığını söyleyen Müftüoğlu AKP içindeki tartışmalardan muhalefetin aldığı sonuçlara, seçim ve sonrasının toplumsal muhalefet için ne anlam ifade ettiğine kadar birçok farklı konuda sorularımızı yanıtladı.

»Erdoğan, Gezi ve 17/25 Aralık sonrası girdiği ikinci seçimden de galip çıktı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Seçim öncesi yaptığımız söyleşide, bu seçimlerin sonucu önceden ayarlanmış, antidemokratik ve meşru bir seçim olmadığını, ifade etmiştim. Buna rağmen bütün dünyanın gözleri önünde sergilenen bu ‘çakma seçim’ sonrasında Erdoğan seçimi şöyle kazandı böyle kazandı, halk şöyle dedi böyle dedi, şöyle olsaydı böyle olsaydı diye yapılan yorumların fazla bir anlam taşıdığını düşünmüyorum.
‘Dışarda bırakılan şeylerin içerde kalanlar kadar önemli olduğunu’ anlatan bir deyiş var. Bunun sanatta ve hayatta olduğu kadar siyasette de geçerli olduğunu, hatta bazen dışarda bırakılan şeylerin daha çok belirleyici ve önemli olduğunu düşünürüm. Seçimlerde olan bitene biraz da buradan bakılabilir.


SEÇİM VE SONUÇLARI MEŞRU DEĞİL
BirGün gazetesinde seçim öncesindeki söyleşimizde altını çizmeye çalışmıştım; Seçimler yıllar öncesinden özel olarak ramazan ayının hemen sonrasına rastlayan Ağustos ayının ortasına denk gelecek şekilde ayarlanmış. (Buna sadece ‘raslantı’ diyemeyiz, bu sayede kim oldukları çok iyi bilinen hem mevsimlik işçiler hem de tatilciler büyük ölçüde seçim dışında tutuldu.) Keza 12 Eylül’den kalma yüzde on barajının bir uzantısı olarak sadece en az yirmi milletvekili tarafından aday gösterilenler aday olabildi. (Bu yüzden devrimci sol gruplarla Alevilerin dahil olduğu toplumun geniş kesimlerinin temsilcileri seçime katılamadı.) Adaylardan biri tıpkı Kenan Evren’in devlet başkanı olarak kendisini onaylatması gibi, seçimlere iktidar partisinin başkanı ve Başbakan olarak (hakkındaki yolsuzluk iddialarının) hesabını vermeden katıldı. Devletin bütün olanakları ve bütün merkez medya ile birlikte herhalde balyalarla götürülmüş paralar ve ‘anket’ adı altında ortaya sürülen kamuoyu oluşturma mekanizmaları da istenen sonucun oluşturulması için çalıştırıldı...
Ama tabii, neticede Tayyip Erdoğan bir seçim kazanmış gibi görünüyor, önümüzdeki resmi hayat bu şekilde yürüyecek. Ancak bu şekilde her türlü hile ve usulsüzlüklerle dolu bu seçimin kendisi kadar sonuçlarının da meşru olarak kabul edilmemesi gerektiği de ortada.    


ERDOĞAN ZATEN İSTEDİĞİNİ YAPIYOR
»Seçimler fiili başkanlık tartışmalarına nasıl bir cevap verdi sizce? Fiili başkanlığa geçişi oy oranı ya da kazanma-kaybetme üzerinden değerlendirmek doğru mu?
Oy hesaplarının, oranların ne kadar aldatıcı ve değişken olduğu ortada olduğuna göre konuyu bu çerçeve içinde tartışmak doğru olmaz.
Tekrar söylüyorum, burada mesele artık sadece başkanlık sistemi / parlamenter sistem meselesi olmaktan çıkmıştır. Tayyip Erdoğan zaten açıkça darbe dönemlerine has bir hukuksuzluk içinde istediğini yapıyor. Türkiye adım adım mezhepçilik temelindeki bir faşist rejime sürükleniyor. Erdoğan bu sürecin  taşıyıcılığını üstlenmiş biri olması bakımından önemli. Emperyalist güçlerin (sonuçlarını ibretle izlemekte olduğumuz) Ortadoğu politikaları açısından özel olarak seçilmiş bir unsur olarak görevlendirildi ve her aşamada önü açılarak iktidara getirildi. 12 Eylül faşizminin getirdiği tümüyle antidemokratik, adaletsiz ve hileli/ayarlanmış seçim süreçlerinden destek alarak, şimdi ülkenin bütün kültürel ve toplumsal yapıları, bütün geleceğimiz faşist bir gerici toplum mühendisliği temelinde yeniden şekillendirilirken devlet de bu doğrultuda tepeden tırnağa dizayn ediliyor. Din bu proje açısından her yanı yolsuzluk, rant ve para olan, toplumun bütün ortak değerleri ve hayatları üzerinde egemenlik kuracakları bu yeni sistemin bir örtüsünden ibaret. Önemli olan bu ve halkın büyükçe bir kesimi olup bitenden habersiz.


ERDOĞAN’IN UFKU BÖYLE AŞILMAZ
»Muhalefetin Ekmeleddin İhsanoğlu ile geliştirdiği ‘çatı aday’ stratejisi doğru muydu? Seçim sonuçları ‘çatı’ formülü için ne anlama geldi?
Muhalefetin meselesinin aslı şu aday bu aday meselesi değildi. Onların ufkunda bu günkü sistem dışında bir şey yok. Onların yapabileceği en doğru şey aday göstermeyerek bu oyunu bozmak olabilirdi. Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu kriz ancak krizi derinleştirecek devrimci politikalarla aşılabilir. Yoksa mevcut kurgunun içinde kalarak, sistemi şu veya bu yönden tamir ederek, Erdoğan’ın “Yeni Türkiye’sinin” ufkunu aşamazsınız. Sadece günü kurtarmaya çalışmakla geleceğin kazanılamayacağı gibi, günün de kurtarılamayacağı bir kere daha görüldü.

TAYYİP GİDER MAYYİP GELİR
»Erdoğan’ın seçilmesiyle birlikte AKP’nin ANAP benzeri bir sürece gireceği ve zamanla dağılacağı yorumları tekrar ağırlık kazandı. Bu görüşe katılıyor musunuz? Böyle bir olasılığın gerçekleşmesi Türkiye’deki sorunları çözer mi?
Bu tür spekülasyonlar bizim kendi sorunlarımız açısından fazla bir anlam taşımıyor. Seçimlerden önce Ekmel bey de kazansa bizim için meselenin özü değişmez demiştim, bu konuda da aynı şeyi söylüyorum.
Elbette bazı şeyler değişir, ama siz bugünkü durumda kalmaya devam ederseniz, bu sisteme bir seçenek oluşturamaz, ‘muhalefetin muhalefetçilerinin’ de yaptığı gibi yüz yıl öncesinin simgelerinin arkasına saklanmaktan başka bir şey yapmazsanız, Tayyip gider Mayyip gelir, sonuçta hiçbir şey değişmez.
Bugün Türkiye’de gerçekleştirilen düzen küresel kurgunun bir eseri. Daha beterini hemen güney komşularımızda izliyoruz. Belki abartıyorsun diyecekler ama özünde farkımız çok da fazla değil.


AYRIM ÇİZGİLERİ AYRI TARTIŞMA
»Selahattin Demirtaş’ın seçim süreci politikasını ve aldığı oy’u nasıl değerlendiriyorsunuz? Gerçek bir seçenek yaratılabildi mi?
Demirtaş, sevdiğimiz değerli bir arkadaş. İnsanların, önlerine getirilen üç aday arasında onu seçmesi çok normal. Aldığı oyların BDP-HDP çizgisini epey aşmış olması Kürt sorunu açısından toplumda bir rahatlama yaratması bakımından da olumlu olacaktır.
Seçim sürecindeki konuşmalarında geleneksel sol söylem çerçevesinde yoğunlaşan bir dil kullanmakla birlikte Demirtaş görüşlerini ‘radikal demokrasi’ diye tanımladıkları bir programa dayandırıyor. ‘Radikal demokrasi’ genelde toplumsal/siyasal devrim yerine etnik ve dinsel ayrımlara dair bugüne kadar karşılanmamış hakların devlet sistemi içinde çözümünü öngören liberal bir anlayışa tekabül eder. Kürt sorununun çözümü için devletle müzakere içinde bazı özgün katkılarla geliştirilen bu ‘radikal demokrasi’ programı Kürt Hareketinin geldiği aşamadaki hedeflerinin sınırlarını belirliyor. Elbette “İlk turda Selahattin, ikinci turda Ekmelettin” diyerek oy kullanan seçmenler bu konuda bir seçimde bulunmadı, bu yüzden sorunuzdaki ‘bir seçenek oluşturma’ açısından bu ‘radikal demokrasi’ programıyla bir Toplumsal/Siyasal Devrim perspektifi arasındaki bilinen ideolojik-politik ayrım çizgileri ayrı bir tartışma konusu.

***

Üstümüze çöken karanlıkla baş edebiliriz

»Seçim sonuçları Türkiye’deki toplumsal muhalefet bakımından neye işaret ediyor? Bu sonuçlar soldaki birleşik muhalefet arayışı için ne ifade ediyor?
Durum ortada. Seçimlerden önce bir kırılma noktasında olduğumuzu söylemiştim. Şimdi biz ne dersek diyelim karşı karşıya olduğumuz durum, basit oy hesaplarıyla oyalanarak geçiştirilecek bir durum değildir.
Erdoğan bu çakma seçim sonucunda kıl payı sağlayabildiği çoğunluğa dayanarak sadece Roboski ve Gezi eylemleri sırasında kendi sorumluluğu altında işlenmiş cinayet ve katliamlarla, ayyuka çıkmış rüşvet ve yolsuzluklarını unutturmaya çalışmakla kalmayacak, daha da saldırgan bir tutum içinde ülkeyi daha karanlık bir geleceğe sürüklemekten  çekinmeyecektir.
Tüm muhalif sesleri bastırmaya çalışıyorlar. Önlerine çıkabilecek her türlü eleştiriyi ve karşı çıkışı itibarsızlaştırma ekipleri kurmuşlar. Her akşam televizyonlarda, gazetelerde oluşabilecek tüm dayanışma ve karşı çıkma hallerini bastırarak zaten uzun bir süredir medyaya teslim olmuş bir toplum bilincini iyice geriletme ve istedikleri şekli verme ayinleri yapıyorlar.
Hiçbir adaletsizliğin, çürümüşlüğün, şiddetin yargılanmadığı, göstermelik mahkemelerle kamu vicdanlarının bir nevi rehin alındığı, iktidara övgü yarışmalarının düzenlendiği bir dönemdeyiz.


GEZİ UMUDUMUZU TAZELEDİ
Bize dayatılana teslim olarak, onun çizdiği sınırlar içinde kalarak, boyun eğerek devrimci siyaset yapılamaz. Geçmişimizden ve dünyanın birçok yerindeki devrimci hareketlerden de biliyoruz ki üstümüze çöken bu karanlıkla baş edebiliriz. Gezi umudumuzu tazeledi ve bize yol gösterdi. Şimdi bütün devrimci muhalefet unsurları bu yolda kararlı yürümelidir. Devrimci bir muhalefet hareketinin en önemli sorunlarından biri her zaman kitleler indindeki inanılırlığını sağlamak olmuştur. Bunun için öncelikle söylediğiniz şeye önce kendiniz inanacak ve ona uygun davranacaksınız. Söylenen sözler kadar onun hayattaki karşılığı ve kitleler için ne ifade ettiği önemlidir.
Bizi yolumuzdan döndürmek, birbirimizden, yaptıklarımızdan, yapacaklarımızdan şüphelenmemizi, birbirimize düşman olmamızı isteyecekler, bunun için gayret edecek özel ‘gönüllü elemanlar’ kullanacaklardır. Kitleler birbiriyle uğraşan, kendi kendisiyle dövüşen bir muhalefet hareketine asla inanmayacaktır.


EN BÜYÜK GÜCÜMÜZ DAYANIŞMA
Bunun için eğer bize dayatılana teslim olmayarak kazanmak istiyorsak, mutlaka bütün Devrimci Muhalefet unsurlarının dayanışma içinde olduğunu kitleler indinde görünür kılarak özgüvenini arttıracak birlikteliğimizin bir yolunu bulmak zorundayız.
Kapitalizm ve faşizm iktidarı ve gücü asla halka asla teslim etmek istemez. Bu yüzden dayanışma bizim en büyük gücümüz olacaktır. Kin, nefret, şiddet iktidarın söylemidir. Biz iyilikle, sevgiyle, güzellikle dayanışma yolları bulmalı ve bunları yaygınlaştırmalıyız. Kadına yöneltilen hakaret ve şiddet dili iktidarın uzun zamandır kadın üzerinden geliştirdiği politikanın sonucudur. Kadına yöneltilen bu yok etme politikası sadece kadını yok etme değil, aynı zamanda tüm dayanışma çabalarının yok edilme politikasıdır. Muhalefet şu anda iktidarın direkt hedefinde olan kadınlarımızın yanında olmalıdır. Soma bize gösterdi ki işçi örgütlenmelerimizi tekrar gözden geçirmeliyiz. Gerekirse yeni örgütlenme biçimleri oluşturmalı, bu oluşumları tartışmalıyız. Kadın, işçi, eğitim, din, tüm bunların konuşulup, tartışıldığı yerel birimler oluşturup bunların var olan yerel şartlar içinde değerlendirilmesini, devrimci bir çizgiye yansımasını sağlamalıyız. Kapitalizmin, faşizmin sızdığı tüm alanları temizleme seferberliği başlatmalıyız. Bu bağlamda ideolojik yapılanmalarımızı ve bilincimizi tekrar ve tekrar sorgulamalıyız...
Evet, “Asıl hesabı toplumsal muhalefet kesecek” demiştim, ama bu öyle kendiliğinden olacak bir şey değildir.
Kazanmak istiyorsak önce onu hak etmeliyiz.

Copyright © 2014, info[at]odpalmanya.org,  webdesign: Freiheit und Solidarität e.V., Friedenstraße 5, 47053 Duisburg, Tel. 0203 3989555, Fax. 0203 3989553